-KURAN
VE SÜNNETİN EMRETTİĞİ RABITA-
Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye
edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek
kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?
Tasavvufta
rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla
bu sonuca varabiliyor?
Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur? Rabıtanın
Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için
rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.
Aslında çözüm kolaydır.
Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir.
Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını
inceleyeceğiz.
“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt”
kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye,
iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık,
cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab;
Zebidî,Tacu’l-Arus.)
Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak,
kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî,
Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)
Kur’an ve Sünnet’te
anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.
KUR'AN'DA RABITA GEÇİYOR MU?
Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça
zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:
“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız
karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği
sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)
Bu
ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya
şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları
bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların
kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen
uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu
Kesir, Tefsir.)
Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır.
Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına
dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak
için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri
gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.
Rasulullah s.a.v.
Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat
ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Zor ve sıkıntılı
zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı
kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl
ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)
Bu hadisten ribatın iki türlü
manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında
tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın
saldırı noktalarıdır.
Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir.
Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir.
Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.
TEFEKKÜR YA DA VARLIKLARI RABITA
Kur’an
ve Sünnet’te emredilen bir diğer rabıta şekli tefekkürdür. Tefekkür etmek, fikretmek, düşünmek aynı
şeydir. Hepsi kalple yapılan bir ameldir.
Düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın
en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir;
gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli
olanı fark etmektir. Görünene bakıp görünmeyene ulaşmaktır. Delile bakıp hedefe varmaktır. Tefekkür,
sanata bakıp sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle Yüce Yaratıcı’nın varlıklarda
gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp, O’na hayran olmaktır. Bunun sonu O’nu sevmek,
zikretmek, yüceltmek ve O’na teslim olup huzura ermektir. Kur’an’da bu sonuç tefekkür, tezekkür, teemmül,
tedebbür, ibret, basiret, marifet ve muhabbete bağlanmıştır.
Tefekkürü tarif ettik. Tezekkür, unutulan
bir şeyi hatırlamak, unutmamak ve devamlı tekrar ederek onu kalpte tutmaktır. Teemmül, bir şeyi devamlı
ve çok yönlü düşünerek içinde saklı olan manayı ortaya çıkarmaktır. Tedebbür, bir şeyi derinlemesine
düşünmek ve arkasındaki gizli manayı çözmektir. İbret, bir şeyde verilmek istenen mesajı almaktır.
Basiret, işin iç yüzünü görmektir. Marifet, bir şeyi asli haliyle olduğu gibi tanımaktır. Muhabbet,
bir şeyi sevmek ve onunla huzur bulmaktır.
Görüldüğü gibi, bütün bunlar bir irade, yöneliş, gayret,
iman ve sabır istemektedir.
'MÜRŞİD YERİNE ALLAH'I DÜŞÜN'
SÖZÜ DOĞRU MU?
Yüce Allah’ın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ın
zatı hiçbir şeye benzemediği için onu düşünmek mümkün değildir. Rasuiullah s.a.v. Efendimiz, bu konuda
şu ölçüyü önümüze koymuştur:
“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin.
O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını
düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat;
Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)
Alimlerimiz bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit
etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt). Yüce
Allah’ın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir.
Fakat Allah nasıl acaba diye düşünülmez, düşünülemez.
Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz
da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere cevap vermektedir. Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur,
edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu
düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu
durum Yüce Allah’ın zatı için mümkün değildir.
AYETLER, İBRETLER
Yüce
Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara,
geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil”
ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına
ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının
yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını
istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini
bekliyor.
Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir.
Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu
anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)
Aynı şekilde
yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu
ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran,
190-191; Yunus, 101 v.d.)
Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek
ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a
bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali
değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh,
sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir.
Sonuç güzel ahlâktır.
Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten
edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye
yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe
giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat
tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh,
Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)
Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için
samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman
etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu
halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.
Görüldüğü
gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu
şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri
arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını
bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)
MUHABBET RABITASI
Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan birisi
de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası kalbi Allah’ın sevdiği şeylere bağlamak
ve onları Allah için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gelmektedir.
Yüce Allah onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-158)
O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kendisi için her
müminden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir: “Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden,
çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın
tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace, Ahmed)
Ayrıca her müminden Ashab-ı Kiram’ı,
alimleri, salihleri ve mümin kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi,
dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir. “Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız”
hadisi, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. Yüce Allah’ın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de
ateş dokunur.” (Hud, 113) uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. “Ey iman
edenler Allah’tan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” (Tevbe, 119) ayeti, kalbin kimlere
yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir.
ÖLÜM RABITASI
Kur’an
ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an’da insanı
dehşete düşürecek, hayrete sevkedecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır.
Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e:
“Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye
etmiştir. Bu rabıta ile insanın dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine
yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî,
Nesaî, Münavî, Beyhakî)
Allah dostları tefekküre büyük önem vermişlerdir. İnsanın terbiyesi, konuşması
kadar susmasından da anlaşılır. Ancak, boş konuşma ve kötü düşünce kınandığı
gibi, içinde güzel düşünce ve tefekkür olmayan suskunluk da kınanmıştır.
Velilerden Fudayl
b. İyaz rh.a. der ki: “Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini gösterir. Onda kalbinin halini
görürsün.”
Alimlerden Abdullah b. Mübarek rh.a., velilerden Sehl b. Ali k.s.’yi derin bir tefekküre dalmış
halde gördü. Onun ahiret hallerini düşündüğünü anladı ve “Nereye kadar ulaştın?” diye
sordu. O da, “Sırat köprüsüne kadar.” cevabını verdi.
Bişr b. Haris rh.a., tefekkürle
elde edilecek sonucu şöyle özetler: “Eğer insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü anlayabilselerdi,
ona isyan etmezlerdi.”
RABITANIN SONUCU
Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği
rabıta da yukarıda anlatılan tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce Allah’ı
hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce Allah’ı
zikretmekten ibarettir.
Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır.
Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir.
Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi
içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.
Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine
bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
|