-EHL-İ BEYT KİMDİR?-
Allahu Teâlâ’yı seven kimse, elbette O’nun
sevdiklerini de sever. Önce Allah’ın Habibi Hz. Rasûlullah’ı (s.a.v) sever. Sonra ona ait olan, ondan
sayılan, onunla anılan her şeyi sever. Sevmesi de gerekir. Bunların başında Ehl-i Beyt gelir.
EHL-İ
BEYT KİMDİR?
Ehl-i Beyt, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlâtlarıdır. Mü’minlerin
anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm), Ehl-i Beytin şerefli ferdleridir.( Râzî, Tefsir-i
Kebir, XXV, 181)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla
devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlâtları da Ehl-i Beyt’in birer parçasıdır
Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i
Beyt sevgisi bulunmayan kimse, Hz. Rasûlullah’ın sevgisinde yalancıdır.
Aşağıda
vereceğimiz ayet ve hadislerde görüleceği üzere, Hz. Rasûlullah’ın kendisine tâbi olan amcaları
ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır.( Bkz:Ibn Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz,
IV, 384. (Beyrut, 1993))
Allah Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytini bizzat Kur’an’da
zikretmiş ve onlara şu şekilde iltifatta bulunmuştur:
“Ey Peygamber hanımları!
Namazı kılın, zekâtı verin; Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece
günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab/33)
Ümmü Seleme validemiz (r. anha) demiştir
ki: “Bu âyet-i kerime benim evimde indi. Hz Rasûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı.
Onları Hayber yapımı geniş bir elbisenin altına topladı, kendisi de içine girdi ve: “İşte
bunlar benim ehl-i beytimdir” buyurdu. Sonra inen ayet-i kerimeyi okudu ve:
“Allahım! Onlardan
kötülükleri gider. Onları tertemiz et!” diye duâ etti. Ben: “Yâ Rasûlellah, ben Ehl-i Beytten değil
miyim? dedim.” Hz. Rasûlullah (s.a.v), “Sen benim ehlimsin. Sen zaten hayır içindesin” buyurdu.(
Taberî, Câmiü’l-Beyân, Cüz:XXII, Shf:7; Ibnu Kesir, Tefsir, VI, 412-413.)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ashâb-ı
kirâmı ve ümmetim Ehl-i Beyt’in hukunu iyi koruma konusunda şiddetle uyarmıştır:
Zeyd
b. Erkam (r.a) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında
bir hutbe verdi. Allah’a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Dikkat ediniz;
ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere
hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın Kitabı’dır.
Onda nur ve hidayet vardır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul
olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında
Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı
hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım.
” Zeyd b. Erkam’ı dinleyenler arasında bulunan Husayn b. Sebre,
“Ey Zeyd, Rasûlullah’ın
(s.a.v) zevceleri de Ehl-i Beytten midir?” diye sordu, Zeyd (r.a),
“Tabi ki Efendimizin hanımları
da Ehl-i Beyttendir. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v) haklarının korunmasını istediği Ehl-i
Beyt, kendilerine sadakanın haram olduğu kimselerdir” dedi. Husayn,
“Onlar kimdir?” diye
sorunca Zeyd b. Erkam (r.a),
“Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer ve Abbas’ın âilesidir”
dedi. Husayn,
“Bunlara sadaka haram mıdır?” diye sorunca, Zeyd (r.a),
“Evet”
dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)
Âlimlerin ekseriyetine göre Ehl-i
Beyt, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli aileleri, kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve kıyamete kadar oların sulbünden gelen zürriyetleridir. Yani Hz. Hüseyin’in
torunları olan seyitler ve Hz. Hasan’ın torunları olan şerifler Ehl-i Beyt’in günümüzdeki
şerefli mensuplarıdır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şerefli nesli, kıyamete kadar hiç kesilmeyecektir.
Hz.
Hüseyin’in (r.a) oğlu Ali Zeynelâbidîn (rah), babası Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Şamlılar
tarafından esir edilerek Dımeşk’a getirildi. Onu böyle gören zalim bir Şamlı: “Sizin
kökünüzü kazıyan ve fitnenin başını kesen Allah’a hamdolsun!” diye, güya onların fitne
başı olduğunu ima etmeye çalıştı. Zeynelâbidîn (rah), adama,
“Sen Kur’an’ı
okudun mu?” diye sordu, adam,
“Evet, okudum” dedi. Zeynelâbidîn (rah),
“Sen, Allah Teâlâ’nın,
“Resûlüm, onlara de ki: ‘Ben
bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma
sevgi göstermenizi istiyorum’ (Şûrâ/23) âyetini okumadın mı?” diye sordu. Adam,
“Bu
ayette sevilmesi emredilen yakınlar siz misiniz?” diye sorunca, İmam, “Evet, onlar biziz” dedi.(
Taberî, Cüz:XXV, Shf:33 (Beyrut, 1995); Suyûtî, ed-Dürrü’1-Monsûr, VII, 348)
Bir gün İmam Azâm (rah)
hocası İmam Cafer es-Sadık hazretlerinden ilim ve hadis dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asa
ile çıkageldi. İmam Azam (rah), “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, siz henüz asaya ihtiyaç duyacak
bir yaşta değilsiniz” dedi. Cafer es-Sâdık (rah),
“Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki
asa Hz. Rasûlullah’ın asasıdır; onu bereket için yanımda taşıyorum” dedi. İmam
Azam (rah), hemen ileri atılıp bastona sarıldı ve, “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, müsaade
buyurun, onu öpeyim” dedi. Cafer es-Sâdık (rah) hemen kolunu açtı ve İmam Azam’a göstererek:
“Vallahi
sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in hücrelerini taşıyan bir tendir ve şu gördüğün kıllar
da onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asayı öpmek istiyorsun!” dedi. Bununla, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’in zürriyetinin Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir parçası olduklarını hatırlattı (Bkz:
Muhammed Besyûnî, es-Seyyidc Fâtımatu’z-Zehrâ, 37. (Beyrut, 1990))
EHL-İ BEYTİ SEVMEK İMANIN ALÂMETİDİR
Allah Teâlâ,
müminlere Resûlü’nün sevilmesini farz kıldığı gibi onun parçası olan ve kendisine inanan yakınlarının
da sevilmesini, bu şekilde Peygamber’in (s.a.v) sevindirilmesini istiyor. Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“Resûlüm onlara de ki: Ben bu davetime karşılık
olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum.”
(Şûrâ/23)
İbn Abbas (r.a) naklediyor: Bu ayet-i kerime indiği zaman, bazıları, “Yâ
Resûlellah! Sevmemiz vacip olan bu yakınlarınız kimlerdir?” diye sordular; Efendimiz (s.a.v), “Ali,
Fâtıma ve onların çocukları Hasan ile Hüseyin” buyurdu. (Tabarânî, el-Kebîr, No: 2641; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,
IX, 168)
Efendimiz (s.a.v), başka bir hadislerinde, onları dost edenleri kendisinin de dost edeceğini,
onlara düşmanlık edenlere kendisinin de düşman olacağını beyan buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek,
III, 149; Tabarâni, el-Kebîr, No:2619, 2620)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ehl-i Beytin sevgisinin, kendisini sevmekten
ileri geldiğini şöyle belirtmiştir:
“Sizi nimetleriyle rızıklandırıp gıdâlandırdığı
için Allah’ı seviniz. Beni Allah’ı sevdiğiniz için seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz
için seviniz.” (Tirmizî, Menâkıb, 32; Hâkim, Müstedrek, III, 150.)
Efendimiz’in zevcesi Ümmü Seleme
(r. anha) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’le yemek yedi. Yemekten sonra,
onları üzerindeki elbise ile sardı ve,
“Allahım! Bunlara düşman olana sen de düşman ol; bunları seveni sen
de sev!” diye duâ etti. (Ebû Ya’lâ, Müsned, No:6951; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 166-167.)
Resûlullah
(s.a.v) Efendimiz’in amcası Abbas (r.a) bir gün üzüntülü bir şekilde, Efendimiz’in huzuruna geldi ve,
“Yâ
Resûlellah! Kureyş bizden ne istiyor; birbirleriyle karşılaşınca güler yüz gösteriyorlar, bizimle
karşılaşınca yüzleri değişiyor!” diye şikâyet etti. Allah Resûlü (s.a.v) bu hâle
çok gazaplandı; yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra, “Allah’a yemin ederim ki, bir kalp sizleri Allah ve Resûlü için sevmedikçe o kalbe
iman girmiş olmaz” buyurdu ve şöyle devam etti:
“Ey insanlar! Kim amcama eziyet ederse,
bana eziyet etmiş olur. Hiç şüphesiz bir kimsenin amcası babası gibidir.” (Tirmizî, Menâkıb,
28; Ahmed Müsned, I, 207.)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Ali’ye hitaben: “Yâ Ali, seni ancak mümin olanlar sever; sana ancak münafıklar buğzeder.” buyurmuştur.(
Müslim, iman, 131; Tirmizî, Menâkıb, 20; Nesâî, iman, 19.)
Allah Resûlü (s.a.v), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)
için, “Bunlar
benim evlâdımdır; evlâdımın çocuklarıdır. Allahım! Ben onları seviyorum, sen de sev.
Allahım, onları sevenleri de sev!” diye duâ etmiştir. (Tirmizî,Menâkıb, 50; Beğavî,
Mesâbihu’s-Sünne, IV, 194. (No: 4829))
Büyük arif Muhyiddin b. Arabî hazretleri (k.s) demiştir ki: “Allah
Resûlü (s.a.v), Allah Teâlâ’nın emriyle bizden yakınlarına muhabbet etmemizi istemiştir. (Şûrâ/23)
Bundan sonra bir mümin Hz. Peygamberin (s.a.v) bu talebim kabul etmezse, yarın kıyamet gününde ona hangi yüzle bakacak
ve onun şefaatini nasıl umacaktır?”
Bir sadık âşık demiştir ki: “Sevgilinin
yaptığı her şey sevgilidir. Eğer senin Allah ve Resûlü için muhabbetin sahih ise, Hz Peygamber’in
(s.a.v) Ehl-i Beytini de seversin. Herkesin imanı onların muhabbeti ile ölçülür.” (Ibnu Arabî, el-Futûhâtu’1-Mekkiyye,
I, 29. Bölüm. (Özetle alındı))
EHLİ BEYT, KIYAMETE KADAR DEVAM EDER; HER MÜ’MlNE ONLARA HÜRMET ETMEK VE HAKLARINI
KORUMAK GEREKİR
Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Şüphesiz, (âhirete) çağrılıp
gitmem yakındır. Size iki büyük ve hukuku ağır emanet bırakıyorum. Birisi, Aziz ve Celil olan
Allah’ın kitabı Kur’an. Diğeri de gözümün nuru ehl-i beytimdir. Allah’ın kitabı
Kur’an; semadan yeryüzüne uzatılmış (ilâhî ve nuranî) bir iptir. Lâtif ve Habir olan (her şeyi bilen
Rabbim) bana bildirdi ki: Kur’an’la ehl-i beytim (âhirette) Havz-ı Kevser’in başında bana
gelene kadar birbirinden ayrılmayacak. Öyleyse, sizler (size emanet ettiğim) bu iki şeyde bana nasıl halef
olduğunuza (benden sonra onlara nasıl davrandığınıza) iyi bakınız; onların hakkını
korumaya dikkat ediniz!” (Ahmed, Müsned, 111,17;V,182;Tabarânî, el-Mu’cemu’1-Kebir, V, 154 (No:4922,
4923). Bkz: Tirmizî, Menâkıb, 32 (No:3788. Aynı konuda biraz farklı bir rivayet))
Hz. Resûlullah’ın
(s.a.v) gerçek âşığı Ebû Bekir Sıddîk (r.a) demiştir ki:
“Resûlullah’m Ehl-i
Beytini sevip memnun ederek Resûlullah’ın (s.a.v) hatırını gözetin. Vallahi, Resûlullah’ın
yakınlarının haklarını korumak, benim için kendi yakınlarımın haklarını
korumaktan daha sevimlidir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebi, 12.)
Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur
ki:
“Sizin en hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytime karşı en hayırlı davranan
kimselerdir” (Hâkim. Müstedrek, III, 311; Ebû Ya’lâ, Müsned, No:5924)
“Allah’a yemin
ederim ki, bana ve ehl-i beytime buğzeden ve bizi kızdıran kimse, muhakkak cehenneme girer.” (Hâkim,
Müstedrek, III, 150; ibnu Hıbbân, el-Ihsân, XV, 435. (No:6978).)
“Ehl-i Beytim Nuh’un gemisi gibidir;
ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur.” (Hâkim, Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî,
el-Kebîr, No:2636-2638.)
“Rabbim bana, Ehl-i Beytim içinde kim Allah’ın birliğini ve benim
peygamberliğimi kabul ederse ona azap etmeyeceğini vaadetti.” (Hâkim, Müstedrek, III, 150.)
Şu
hâdiseden ibret alalım:
Ashabın hafız ve ileri gelen âlimlerinden Zeyd b. Sâbit’e (r.a) binmesi
için bir hayvan getirildi. Abdullah b. Abbas (r.a) hemen üzengisini tutup binmesine yardımcı olmaya çalıştı.
Zeyd (r.a), “Ey Resûlullah’ın amcaoğlu, lütfen böyle yapma, üzengiyi bırak!” dedi. İbn
Abbas (r.a):
“Biz âlimlerimize ve büyüklerimize karşı böyle davranmakla emrolunduk” dedi. Bunun
üzerine Zeyd b. Sabit (r.a), “Elini bana verir misin?” dedi ve İbn Abbas elini uzatınca onu öptü ve,
biz de Hz. Peygamber’in ehl-i beytine karşı böyle davranmakla emrolunduk” dedi. (lbnu Abdilberr, Beyâni’1-tlm,
I, 127; Kandehlevî, Hayâtu’s-Sahâbe, II, 440. Son kısmı hâriç bkz: ibnu Hacer, el-lsâbe, No:2888; (Beyrut,
1995); Hâkim, Müstedrek, III, 423.)
Müfessir İbn Kesir (rah) demiştir ki: “Ehl-i Beyte karşı
hayır tavsiyede bulunan, onlara karşı iyiliği, hürmet ve ikramı emreden kimseyi yadırgamayız.
Çünkü onlar tertemiz bir zürriyetten gelmektedirler. Onlar, övünme, nesep ve itibar yönünden yeryüzündeki en şerefli
hanenin evlâtlarıdır. Özellikle Hz. Rasûlullah’ın şerefli sünnetine tâbi olan ve ondan hiç ayrılmayan
Ehl-i Beyt, bu hürmet ve hizmete en lâyık kimselerdir. Çünkü Efendimiz (s.a.v) sahih bir hadiste:
“Size iki tane hukuku ağır emanet
bırakıyorum. Birisi Allah’ın Kitabı, diğeri de Ehl-i Beytimdir. Kur’an ve Ehl-i Beytim,
kıyamette havzın başında bana kavuşana kadar birbirinden ayrılmayacaktır” buyurmuştur.
(Ibnu Kesir, Tefsir, VII, 201. (Riyad, 1997))
Müfessirlerin imamı Fahruddin er-Râzî (rah.) demiştir ki:
“Resûlüm onlara de ki: Ben bu davetime karşılık
olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum” âyet-i
kerimesi (Şûrâ/23) Resûlullah’ın (s.a.v) Eh-i Beytini ve Ashabını sevmenin vacip olduğunu göstermektedir.
Allah Resûlü (s.a.v) sahih hadislerinde: “Fatıma benden bir parçadır; onu üzen beni de üzer”
(Ibnu Kesir, Tefsir, VII, 201) buyurmuş, Hz. Ali’yi, Hasan ve Hüseyin’i sevdiğini belirtmiştir.
Efendimizin sevdiği kimseleri sevmek, bütün ümmete vaciptir. Sonra, her namazın sonunda Hz. Peygamberin Ehl-i Beyti’ne
salât ve selâm okunması, bütün ümmete emredilmiştir. Bu büyük bir makamdır; onlardan başka hiç kimseye
nasip olmamıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki, Hz. Peygamberin Ehl-i Beyti’ni sevmek vaciptir.
Yukarıdaki
âyetin içine Efendimize iman ve itaat eden bütün Sahâbe-i Kiram da girmektedir. Onlar da Efendimizin yakınlarıdır.
Kısaca, Ehl-i Beyt’i ve Ashâb-ı Kiram’ı sevmek vaciptir.
Bir hadiste: “Eh-i Beytim Nûh’un gemisine benzemektedir.
Ona binen kurtulur; binmeyen suda boğulur” buyrulmuştur. Bir diğer hadiste ise: “Ashabım
yıldızlar gibidir; hangisine tâbi olursanız doğru yolu bulursunuz” buyrulmuştur. Şu
anda bizler, ilâhî teklif denizinde bulunuyoruz. Bu arada şüphe ve şehvet dalgalan da devamlı bize çarpıp
durmaktadır. Denizde giden bir kimsenin iki şeye ihtiyacı vardır. Birisi, kusuru bulunmayan ve içine su
geçilmeyecek şekilde sağlam bir gemi.
Diğeri de, yön tayin edecek açık parlak yıldızlar.
Bir kimse sağlam bir gemiye biner ve parlak yıldızlarla yönünü belirlerse, hedefine selâmet içinde ulaşır.
Bunun gibi, biz ehl-i sünnet cemaatı da, Hz Peygamberin Ehl-i Beytinin muhabbet gemisine bindik ve gözlerimizi hidayet
semasının yıldızlan olan Ashâb-ı Kirama diktik; böylece yol alıyoruz. Bu durumda Allah Teâlâ’dan
ümidimiz bizleri dünya ve âhirette selâmete ulaştırmasıdır. (Râzî, Tefsir-i Kebir, XXVII, 143.)
İmam
Şafiî (rah.) başka bir sözünde Ehl-i Beyt sevgisinin farz olduğunu şöyle dile getirir:
“Ey
Resûlulllah’ın Ehl-i Beyti! Sizi sevmek bize farzdır. Allah indirdiği Kur’an’da böyle emretmiştir.
Size salât okumadan namaz kılanın namazının kabul olmaması, sizin için en büyük bir övünç kaynağıdır
ve bu size kâfidir.” (Muhammed Afif ez-Za’bî, Divânu’ş-Şâfii, 72)
“Allah ve melekleri
devamlı Peygamber’e salât ediyor; ey müminler siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
(Ahzab/56.)Âyeti nazil olunca, Ashab’tan bazıları, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize gelerek:
“Yâ
Rasûlellah! Size nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz, fakat size, Ehl-i Beytinize nasıl salât okuyalım?”
diye sordular. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
Şöyle deyin:
“Allahım! Efendimiz Muhammed’e
ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) salât et. Peygamberin İbrahim’e ve âline salât ettiğin gibi. Allahım!
Efendimiz Muhammed’e ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) bereket ihsan et, onları mübarek kıl. Peygamberin
İbrâhim’e ve âline bereket verdiğin gibi.” (Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 10; Müslim, Salat, 65-69.)
Bu
ayet ve hadislerden hareketle İmam Şafiî (rah), namazın son oturuşunda Efendimize salât okumayı namazın
farzlarından saymıştır. Getirilecek salâtın en kısasının, tercih edilen görüşe
göre “Allahümme salli alâ Muhahemmedin ve âlihi” olduğu belirtilmiştir. (Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc,
I, 270 (Beyrut, 1997. Tahriçli Baskı); Zuhaylî, el-Fıkhu’l-Islâmî ve Edilletühû, I, 670.)Yukarıda geçen
sözle bu kasdedilmiştir.
Meşhur şair Ferazdak, Ehl-i Beyt’ten Zeynelâbidin’i tanıtırken
bir beytinde şöyle söyler: “O öyle bir ailedendir ki, onları sevmek din, onlara buğzetmek küfürdür. Onlara
yakınlık kurtuluş ve emniyettir.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, III, 139; Ibnu Hacer el-Heytemî,
es-Savâiku’l-Muhrika, II, 574)
AHİR ZAMANDA GELECEK VE İSLÂMIN İZZETİNİ ÂLEME GÖSTERECEK OLAN Hz.
MEHDÎ DE (a.s) EHL-İ BEYTTEN BİR ZAT OLACAKTIR
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur
ki:
“Dünyada
kıyametin kopmasına bir gün de kalsa, muhakkak Allah o bir günü Uzatacak ve benim Ehl-i Beytimden birisini ortaya
çıkaracaktır. Onun ismi benim ismime, babasının ismi de babamın ismine uyar. Daha önce zulüm ve haksızlıkla
dolu olan yeryüzünü adaletle doldurur.” (Ebû Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî, 4; Tirmizî, Fitcn, 52.)
“Mehdî
benim sulbümden Fâtıma’nın evlâtlarından gelecek birisidir.” (Ebû Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî,
6; Ibnu Mâce, Fiten, 34)
“Mehdî benim Ehl-i beytimdendir; o açık alınlı ve kıvrık
burunludur. Daha önce zulüm ve haksızlıkla dolu olan yeryüzünü adaletle ve doğrulukla dolduracak ve yedi sene
hüküm sürecektir.” (Ebû Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî, 6.)
“Âhir zamanda Ehl-i Beytimden çıkacak ve müminleri toplayacak olan kimseye yardım
etmek, davetine uymak her mümine vaciptir. ” (Ebû Dâvud, Kitâbu’l-Mehdî, 12; Ali Nasıf, et-Tâc, V,
344)
“Ehl-i Beytim yeryüzündekiler için bir emniyettir. Onlar gidince, yeryüzündekilerin sonu gelir; kıyamet
kopar.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, no: 318, el-Evsat, IV, 204.)
MANEVÎ NESEB VE İMAN BAĞI İLE RASÛLULLAH
(s.a.v) EFENDİMİZE BAĞLI OLAN MUTTAKİLER DE EHL-Î BEYTTEN SAYILMIŞTIR. ONLARI SEVMEK TE VACİPTİR
Bu
konuda Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Bütün muttakiler, Muhammed’in âlidir (ehl-i
beytidir.)” (Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, III, 89; (No:5624); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 269.)”Ehl-i
Beytimden bazıları kendilerinin bana insanların en evlâsı (en sevgilisi) olduğunu düşünüyorlar.
Hâlbuki durum öyle değildir. Şüphesiz benim içinizdeki dostlarım, muttakilerdir. Onlar (nesep ve yer olarak)
kim olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun, değişmez.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr,
no: 318, Deylemî, Müsncd, I, 287 (No:904))
Rasûlullah (a.s), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken, onunla
birlikte uğurlamaya çıktı. Kendisine tavsiyelerde bulundu. Muaz (r.a) binekte, Rasûlullah (a.s) ise yerde yaya
yürüyordu. Uğurlama yerine geldiklerinde Efendimiz(a.s):
“Yâ Muaz! Belki bu seneden sonra benimle burada karşılaşıp görüşemeyeceksin!” buyurdu.
Rasûlullah (a.s)’ın ayrılığından (ve bu işaret yollu vefat haberinden) dolayı Muaz
(r.a) ağladı. Sonra Rasûlullah (a.s) geri dönüp, Medine’ye yönelerek:
“Benim için insanların
en evlâsı (en yakını) her kim olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun, muttaki olanlardır.”
buyurdu.( Ahmed, Müsned, V, 235; Ali el-Muttakî, Kenz, III, 91.)
Allah Resulüne olan sadakati ve sevgisi İran
asıllı Selman-ı Fârisî Hz.lerini Ehl-i Beytin içine katmıştır. Selman (r.a) İslâm’a
girişiyle ve Hendek harbindeki ince siyaseti ile bütün ashabın gönlüne girmişti. Muhacirler: “Selman
bizdendir.”diye onu kendileri gibi görmüşlerdi. Ensâr ise: “Hayır, aslında Selman bizdendir.”
diye ona sahip çıkmak istemişlerdi. Allah Resûlü (s.a.v) bizzat araya girdi ve: “Selman bizdendir; Ehl-i Beytimizdendir” (Ibnu Sa’d, Tabakât, IV,
83; Muhammed eş-Şâmî; Sübülü’1-Hüdâ, IV, 365.) buyurarak, onu has dairenin içine aldı; kıyamete
kadar hayırla anılacak grubun içine kattı.
İman, sevgi ve takva yolunda hizmet ile herkes bu şereften
bir derece pay sahibi olabilir. Bu kapı herkese açıktır. “Allah’ın dostları ancak muttakilerdir.”
(Enfal/34) âyeti nazil olunca, Hz. Resûlullah (s.a.v): “Benim dostlarım ancak muttakilerdir.” (Hâkim, Müsterdek,
II, 328; Ibnu Kesir, Tefsir, IV, 51) buyurarak, işin esâsının iman ve takva olduğunu belirtti.
Bir
kimse, hem Allah Resûlünün temiz nesebine, hem de edebine vâris ve sahip olursa, o nur üstünü nur olur. Böyle olduğu
için, geçmişte ve günümüzde, takva imamlığını en liyakatli şekilde temsil eden onlar olmuşlardır.
Yani, irşad kutubluğu, Ehl-i Beytin şerefli mensubu ariflere nasib olmuştur. Bu, Allah Rasûlü’nün
(s.a.v) kıyamete kadar devam eden nübüvvetinin bir tezahürüdür. Velâyet, nübüvvet mucizesinin bir devamıdır
ve bu nur en parlak şekilde o nübüvvetin sahibi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz’in evlâtlarında zuhur etmiştir
ve hâlen de etmektedir.
Allahım! Bizi Ehl-i Beyt sevgisiyle yaşat ve o sevgi içinde hasret. Bizi takva ile
şereflendir; rızâ ve cemâlinle sevindir. Âmîn, bi hürmeti Seyyidi ‘1-Mürselîn. Velhamdü lillahi Rabbilâlemin.
|